24 Nisan 2014 Perşembe

Kendine Acıyan ve Kentine Acıyan Adam


Sorgusuz sualsiz yaşa demişlerdi herkese buralarda. Sorgulama, sorgulanırsın ansızın bir meskun mekanda da demişlerdi. Buna karşı çıkmak için ya deli olmak gerekliydi ya da çok akıllı. Orta zekalı insanın harcı değildi zira böyle şeylere kafa yormak. İşte öyle birileri vardı buralarda ki hala varlar. Kentine sahip çıkarken hiçbir şey sorgulamıyorlar. Zira kent önemlidir; nefes aldığın, nefes verdiğin eve ekmek getirdiğin yerdir. Ne kadar çok sen vardır ne kadar sen eksik.. İşte böyle bir düzlük ya da yokuşluktur kent. Kendini bulduğun ya da kaybettiğin ya da harcayıp tükettiğin.. Böyle coğrafyalarda insan iyi sever iyiyi sevdiği kadar. Kucaklamak ister kocaman ovaları, dağları, şehir şehir insanları. Bak ben demiyorum sen diyorsun içine nerde kaldı bu dünyanın adaleti hani eli kulağındaydı diye. Ben desem söz olur çünkü. Ben desem delinir sanki yer gök, delinir sanki bu muhabbetin çatısı. Ben anlatıyorum bir şeyler sen de dinliyorsun işte ne var? Dinlemek büyük zanaattır derdi babam; er kişinin harcı olan. Gerçekten dinleyen bulmak bu kadar zorken; yakut kadar da kıymetlidir benim nazarımda. O kadar insan konuşuyor ki artık buralarda sen kendini bile dinleyemez oluyorsun, kendi başına kaldığında lan ben seni bir yerlerden tanıyorum diye kendine sunuyorsun. Neyse işte bu devran bu düzen içinde biriktirdiğin kentli ya da köylü insanların olmalı. Bilmelisin içini, dışını ve de etrafını. Bak ben görüyorum ve biriktiriyorum birçok hikayeyi iç cebimde. Daha da yer var. Bil ki anlatırsan dinlerim. Anlatırsan gerçekten dinlerim. Yalanım yok. Sağlık ve afiyete..

19 Kasım 2013 Salı

Elektrikli Battaniyeyle İmtihan

Sene yine geçmiş senelerden bir sene. Elektrikli battaniyenin kutsal sayıldığı yıllar. Abim ablam ve ben dönüşümlü olarak kullanıyoruz. Kapatmayı unutup sabaha kadar sauna muamelesi görüp kilo veren sığırlar da var tabi aramızda şimdi adını söyleyip rencide etmeyeyim. Neyse dönüşümlü olarak kullanırken biz, annem hijyen düşkünlüğü ve dalgınlığıyla (nasıl dalgınlıksa artık) bu çok kirli deyip makinaya atmış kablolu telli battaniyeyi. Hala sorgularım nasıl bir delilikle yaptığını. Tabi battaniyenin kablosu bu kadar baş dönmesine katlanamamış ve kopmuş haliyle. O zamanlar elektrikle aram pek iyi değildi benim, kopan kabloyu bağladıktan sonra diğer taraftan arta kalan kabloları da birbirine bağladım sığır gibi. Sonra fişe taktım. Taktım dediysem kısa devrenin patlayıcı etkisiyle üç salise sonra fişi çıkardım kendimi de attım dışarı. Gözlerim patlamanın etkisiyle flu haldeyken abim olduğunu tahmin ettiğim insan geldi ve bana: Lan sığır bunlar birbirine böyle bağlanır mı? Tabi kısa devre yapar diye örseledi beni. Ben örselenmişken o kabloları doğru şekilde bağladı ve fişe taktı. İşte o an asıl sorunla karşı karşıya geldik tabi. Kim cesaret edip o battaniyenin üstüne yatacak ve çalışıp çalışmadığını test edecekti? Sonuçta makinede yıkanmış içindeki kablolar kopmuş olabilir ve ikimizden biri yatar yatmaz kömür olup kışlık yakacak haline gelebilirdik. Uzun uzun, derin derin düşündükten sonra bir deli cesareti ile abime: Tamam sen fişi tut ben yatayım. Yattığım an benden ani hareketler gelirse hemen çek ki ölmeyeyim lan dedim. Şimdi sen bana bu kadar risk alınır mı gerizekalı mısın? diyebilirsin. Ama elektrikli battaniye oğlum bu, zamanın kutsal icadıydı o zevkten mahrum kalmayı istemek daha bir delilikti. Neyse ben usul adımlarla battaniyeye doğru yaklaştım bir gözüm de abimde tabi hazır mı diye. Baktım hazır. Önce daha yalıtkan olan giysili kısmımı üstüne koydum. Ordan Isınmış mı lan? diye bir ses geldi. Isınmış ısınmış bak şimdi elimi koyuyorum hazır ol dedim. Nefesimi tutup elimi üstüne koydum. Bir şey olduğu yoktu iyi lan çarpmadı diye battaniyenin her noktasında elimi gezdirmeye başladım. Hani burası öldürmedi dur bakalım başka noktalarda öldürür belki diyen bir sığırdım adeta. Ama korkulan olmadı ve ben kömür olmadan testi geçtim. Ve biz onu uzun yıllar kullandık ama her uyanışımda bugün de ölmedim anne tadı yaşamadım desem yalan olur. Yani demek istediğim eskiden her şey çok kaliteliydi hacı. Şaka lan şaka böyle anafikir mi olur amk? Ayrıca bu anı ne anafikri!? Sağlık ve afiyete..

7 Kasım 2013 Perşembe

Şirk Oyunu Futbol

Sene geçmiş senelerden biri tam bilemiyorum. Üniversiteye gidiyoruz futbol seviyoruz. Bir de cemaat yurdu var onlar da futbol seviyorlar erkekli erkekli kalıyorlar. Ve Lig Tv sahibi bu insanlar. Bizim sınıftan bazı arkadaşlar bu yurtta kalıyorlar ve ısrarla "oğlum kahveye para vermeyin gelin bizim yurtta izleyin lan" diye istekte bulunuyorlar. Para suyu çektikçe teklif git gide cazip hale gelmeye başlıyor tabi "tamam lan bugün geliyoruz" diyoruz ve gidiyoruz. Cemaat yurdunda maç izlemenin sıkıntısı büyük. Zira futbol küfür harmanı bir oyun çoğumuz için ama edemediğimiz için su topu izlermiş gibi davranmak zorunda kalıyoruz. Maç o kadar hararetli ki artık dayanamayıp arkadayım lan nasıl olsa belli olmaz kimin söylediği diye gelmişten ve geçmişten bahseden sağlam bir küfür fırlattım ortaya. Tabi ortam bir klasik müzik konseri kadar sessiz olduğu için bir anda tüm gözler üstüme çevrildi ve tövbe estağfurullah nidalarıyla başlarını iki yana sallayarak ötelediler beni. Ötelenmiş şekilde maçı izlerken ben, yanımdaki arkadaşım Mehmet'in daha üst düzey bir şey yapacağını tahmin edemezdim. Dakika 90, hakemin çaldığı frikik düdüğüyle ortam birazcık ısınmış "hadi oğlum hadi" sesleri yükselmeye başlamış. Tam futbolcu frikiği kullanmaya yeltendiği anda yanımdaki sandalyeden "ATARSA TANRI OLUR!" diye bir şirk sesi yükseldi. O an bir ışık gördüm bembeyaz ve "sıçtık" dedim içimden. Sesin sahibi en yakın arkadaşım canım kanım Mehmet'in sesiydi zira. Ön taraftan kıdemli bir abi olduğu anlaşılan bir abi terliklerinin üstünde doğrularak ayağa kalktı ve mübarek sesiyle bağırdı " Kim o münafık, terbiyesiz herif!!" diye gürledi. Tüm kafalar bize döndüğü için aslında kimin yaptığı açıktı. Mehmet'in kolundan tuttuğum gibi dışarı fırladım. Mübarek ellerden dayak yemek istememiştim zira. O günden sonra kimse bizi maç izlemek için davet etmedi. Nedenini de sormadık tabi. Münafık futbol severler olarak yolumuza devam ettik.

Susmak

Uzun uzun susmayı yazayım diyorum; kelimelerimin sesi olmasın, kimseye dokunnmasın. Kimse kendine bir pay çıkarmasın. Hece hece, kelime kelime boğazlayayım istiyorum insanın suratına bağıran cümleleri. Bazen insan konuşmaktan çok susmak istiyor ünlem içinde. En çok da o zaman bağırıyor aslında; seçtiği abuk subuk üzüntülere birbirinden güzel kılıflar hazırlıyor. Senin ya da benim ya da onun geninden gelen üzüntüyü özlüyor. Mutluluk bazı insana acı, acı bazı insana mutluluk veriyor. İşte böyle boktan tezatlarımız var güzel kardeşim. Neden olduğunu bilmediğimiz tezat kesat saçmalıklar. Ve sen ve ben ve o bu saçmalıklar içinde anlamlı davranmaya çalışıyoruz. Ne kadar çalışırsak o kadar alttan alıyor o kadar kalıyoruz. Mevsim seçiyoruz üzülmek için, renklere anlam yüklüyoruz. Ne olduğundan bihaber siyaha sen üzüntüsün git burdan diyoruz. Adından karamsarlık diye kelimeler uyduruyoruz. Halbuki ben gündüzleri yani hava aydınlıkken de böyle olabilirim ki oluyorum da. Bazen yazmak geliyor, iki satır konuşalım giderim diyor ve durmadan konuşup uyutmuyor insanı. Ama bu kesinlikle beyazın suçu değil. 

Ne dediğimi bilmediğim ki bir o kadar umursamadığım bir yazı işte. Kim ne düşünür kim ne anlar açıkçası bilmiyorum. Babamın gitmeden önce yeraltına, söylediği güzel sözler vardı. Onlardan biri aklıma kazındı; Ne olursan ol, mutlu ol. Senden önemlisi yok. Sen yoksan hiçbir şey yok. Acı yok, mutluluk yok, yokoğlu yok. O yüzden bu yazıyı toparlamaya da hiç gerek yok. Sağlık ve afiyete..

Sarı Telefon Rehberi

Yaş küçük, rakamsal olarak hatırlamıyorum kaça tekabül ettiğini. Amcamın evinde yaklaşık 1000 sayfalık bir sarı rehber bulmuştum. Evde eğlenecek çok şey yoktu o zaman gerçi şu anda da pek iç açıcı değil ya neyse.. Rehberi elime alıp babama işlevini sordum okumayı yeni öğreniyorum (o da yaklaşık beş buçuk yaşına tekabül ediyor). Bana insanların telefon numaralarını bulmak için yarayışlı bir gereç demişti. 

Açtım içini sözlüğe benzer yapısı var çözmesi kolay. Soyadımızı bildiğime göre ilk olarak aile fertlerinden başladım. Şaşırtıcı derecede fazla Ersoy soyisimli insan vardı. Düşündüm, bunların hepsi bizim akrabamız mıydı? Elbette hayır ama çocuk aklıyla sevince kapılıp çevrem ne genişmiş lan aslında diye için için gülümsedim. Sonra başka şehirde kapı komşumuz olan ev sahibini aradım ve evet oha onu da buldum. Ülkede ne çok telefon kullanan varmıştı da benim haberim yokmuştu. O zamanlar telefon dediğin şey benim için lüzumsuz bir gereksizdi zira. Arkadaşımı çağırmak için pratik yol olan ıslığı kullanıyordum. Sonra daha derin düşünmeye karar verdim bu kadar insanın adını, soyadını, adresini nasıl bulup da kaydetmişlerdi? Çok büyük iş valla diye gülümsedim. Takribi 2 saat geçirmiştim rehberin başında ve çok da sevmiştim. Akrabalarımı çoğaltıyordum an be an. Varmak istediğim yol, bir anafikir yok aslında. Küçükken kalabalık olmak mutluluğun tek şartı gibiydi sanki. Sanki tek arkadaş yetmeyecekti elindekini paylaşmaya. Çoğaldıkça daha çoğul doyuyorduk. Şimdi daha bi' yalnız gibiyiz daha bi' kalabalık görünen cinsinden. Acaba o rehberdeki kaç insan gerçekten benim akrabamdı şimdi onu düşünüyorum. Kaçı öldü o baktığım isimlerin, kaçı mutlu, kaçı mutsuz? Şimdi bir çocuğun eline rehberi alıp benim adıma bakıp acaba benim akrabam mı? deme şansı da kalmadı ya ona birazcık yanıyorum ve bu yazıyı akrabam sandığım insanlara adıyorum. Sağlık ve afiyete..

9 Şubat 2013 Cumartesi

Mini Öykü - 2


Bazı zaman olur yazma ihtiyacı duyarım aklımdan geçen her şeyi. Hesabını kitabını yapmam, geriye dönüp bakmam ne yazdım diye. Hayatın çalakalemliğine uyarım.

"Neşeli adamın hüznü büyük olur" dedim yanımdakine. Kafasını çevirdi omzunu silkti sonra yeniden döndü önüne. Ellerini ovuşturdu, sonra yerden ufak bir taş alıp ayağıyla ileri doğru vurdu. "Hem bak geçen gün de hayvan gibi gülüp eğlendikten sonra Bayram'a araba çarptı" dedim. Güldük. "Demek ki komik adamın acısı da komik lan" dedi. Düşündük. Bir insanın yüzü değil de eli çok şey anlatır bana. Parmaklarını kenetleyen adamın yolunda gitmeyen şeyleri vardır hayatında. O da öyleydi. "Hem bak yarın akşam rakı var sofrada. İçer unuturuz lan. Herkesin başına gelir oğlum ayrılık. Seninki hemen geçer demiyorum geçmedi de ama geçecek" dedim. "Demek ki komik insanın acısı çabuk geçmiyormuş" dedi. Derin derin nefes aldık. Epey olmuştu çünkü. Onu güldürenin onu güldürmediği zamanlar o kadar uzamıştı ki yıllar olmuştu. "Sen gül kardeşim.  Daha iyisini bulursun demiyorum ama bulursun birini" dedim. Kafasını çevirdi omzunu silkti sonra yeniden döndü önüne. Ellerini ovuşturdu, sonra yerden ufak bir taş alıp "Siktir et" dedi.

Mini Öykü



Şimdi ben buraya uzun uzadıya bir şeyler yazsam sen de okusan mesela. Ama ne olursa olsun bu farketmese. Saçma da olsa komik de acıklı da ironik de düz de.. Az önce çok sinir bozucu bir olay geçti başımdan. Başım hiç bu kadar gücenmemişti kulağıma. Zaten bu yüzden belli bir süre inanmadı olan şeye. Neyse takribi 10 dakika sonra beynim kendime şunu dedi: Lan neden üzülesin ki geçmiş gitmiş üstüne de bitmiş olana. Sen yokken olanlar sana ait değildir ki hiçbir zaman. O yüzden siktir et, hayatında olanlarla güzel vakit geçirmeye bak. Çünkü gülmek güzeldir her coğrafyada hatta o kadar duygulu bir şeydir ki yaş akar çok neşede gözden. Gözünü seveyim böyle olsun hayatın. Hem her şeyi bırak yarın Sneijder sahada olacak. dedi. Geçti sonra..