tag:blogger.com,1999:blog-75423753245054111702024-03-18T21:02:35.146-07:00hayatın içinden ve yahut bir köşesindençok sıradan adam..gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.comBlogger20125tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-85566621015853570302014-04-24T14:34:00.001-07:002014-04-24T14:34:50.168-07:00Kendine Acıyan ve Kentine Acıyan Adam<br />
Sorgusuz sualsiz yaşa demişlerdi herkese buralarda. Sorgulama, sorgulanırsın ansızın bir meskun mekanda da demişlerdi. Buna karşı çıkmak için ya deli olmak gerekliydi ya da çok akıllı. Orta zekalı insanın harcı değildi zira böyle şeylere kafa yormak. İşte öyle birileri vardı buralarda ki hala varlar. Kentine sahip çıkarken hiçbir şey sorgulamıyorlar. Zira kent önemlidir; nefes aldığın, nefes verdiğin eve ekmek getirdiğin yerdir. Ne kadar çok sen vardır ne kadar sen eksik.. İşte böyle bir düzlük ya da yokuşluktur kent. Kendini bulduğun ya da kaybettiğin ya da harcayıp tükettiğin.. Böyle coğrafyalarda insan iyi sever iyiyi sevdiği kadar. Kucaklamak ister kocaman ovaları, dağları, şehir şehir insanları. Bak ben demiyorum sen diyorsun içine nerde kaldı bu dünyanın adaleti hani eli kulağındaydı diye. Ben desem söz olur çünkü. Ben desem delinir sanki yer gök, delinir sanki bu muhabbetin çatısı. Ben anlatıyorum bir şeyler sen de dinliyorsun işte ne var? Dinlemek büyük zanaattır derdi babam; er kişinin harcı olan. Gerçekten dinleyen bulmak bu kadar zorken; yakut kadar da kıymetlidir benim nazarımda. O kadar insan konuşuyor ki artık buralarda sen kendini bile dinleyemez oluyorsun, kendi başına kaldığında lan ben seni bir yerlerden tanıyorum diye kendine sunuyorsun. Neyse işte bu devran bu düzen içinde biriktirdiğin kentli ya da köylü insanların olmalı. Bilmelisin içini, dışını ve de etrafını. Bak ben görüyorum ve biriktiriyorum birçok hikayeyi iç cebimde. Daha da yer var. Bil ki anlatırsan dinlerim. Anlatırsan gerçekten dinlerim. Yalanım yok. Sağlık ve afiyete..gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-65685680765217369052013-11-19T15:31:00.000-08:002013-11-19T15:31:43.333-08:00Elektrikli Battaniyeyle İmtihanSene yine geçmiş senelerden bir sene. Elektrikli battaniyenin kutsal sayıldığı yıllar. Abim ablam ve ben dönüşümlü olarak kullanıyoruz. Kapatmayı unutup sabaha kadar sauna muamelesi görüp kilo veren sığırlar da var tabi aramızda şimdi adını söyleyip rencide etmeyeyim. Neyse dönüşümlü olarak kullanırken biz, annem hijyen düşkünlüğü ve dalgınlığıyla (nasıl dalgınlıksa artık) bu çok kirli deyip makinaya atmış kablolu telli battaniyeyi. Hala sorgularım nasıl bir delilikle yaptığını. Tabi battaniyenin kablosu bu kadar baş dönmesine katlanamamış ve kopmuş haliyle. O zamanlar elektrikle aram pek iyi değildi benim, kopan kabloyu bağladıktan sonra diğer taraftan arta kalan kabloları da birbirine bağladım sığır gibi. Sonra fişe taktım. Taktım dediysem kısa devrenin patlayıcı etkisiyle üç salise sonra fişi çıkardım kendimi de attım dışarı. Gözlerim patlamanın etkisiyle flu haldeyken abim olduğunu tahmin ettiğim insan geldi ve bana: Lan sığır bunlar birbirine böyle bağlanır mı? Tabi kısa devre yapar diye örseledi beni. Ben örselenmişken o kabloları doğru şekilde bağladı ve fişe taktı. İşte o an asıl sorunla karşı karşıya geldik tabi. Kim cesaret edip o battaniyenin üstüne yatacak ve çalışıp çalışmadığını test edecekti? Sonuçta makinede yıkanmış içindeki kablolar kopmuş olabilir ve ikimizden biri yatar yatmaz kömür olup kışlık yakacak haline gelebilirdik. Uzun uzun, derin derin düşündükten sonra bir deli cesareti ile abime: Tamam sen fişi tut ben yatayım. Yattığım an benden ani hareketler gelirse hemen çek ki ölmeyeyim lan dedim. Şimdi sen bana bu kadar risk alınır mı gerizekalı mısın? diyebilirsin. Ama elektrikli battaniye oğlum bu, zamanın kutsal icadıydı o zevkten mahrum kalmayı istemek daha bir delilikti. Neyse ben usul adımlarla battaniyeye doğru yaklaştım bir gözüm de abimde tabi hazır mı diye. Baktım hazır. Önce daha yalıtkan olan giysili kısmımı üstüne koydum. Ordan Isınmış mı lan? diye bir ses geldi. Isınmış ısınmış bak şimdi elimi koyuyorum hazır ol dedim. Nefesimi tutup elimi üstüne koydum. Bir şey olduğu yoktu iyi lan çarpmadı diye battaniyenin her noktasında elimi gezdirmeye başladım. Hani burası öldürmedi dur bakalım başka noktalarda öldürür belki diyen bir sığırdım adeta. Ama korkulan olmadı ve ben kömür olmadan testi geçtim. Ve biz onu uzun yıllar kullandık ama her uyanışımda bugün de ölmedim anne tadı yaşamadım desem yalan olur. Yani demek istediğim eskiden her şey çok kaliteliydi hacı. Şaka lan şaka böyle anafikir mi olur amk? Ayrıca bu anı ne anafikri!? Sağlık ve afiyete..gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-54474696253050754182013-11-07T15:03:00.002-08:002013-11-07T15:03:23.923-08:00Şirk Oyunu Futbol<span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 17px;">Sene geçmiş senelerden biri tam bilemiyorum. Üniversiteye gidiyoruz futbol seviyoruz. Bir de cemaat yurdu var onlar da futbol seviyorlar erkekli erkekli kalıyorlar. Ve Lig Tv sahibi bu insanlar. Bizim sınıftan bazı arkadaşlar bu yurtta kalıyorlar ve ısrarla "oğlum kahveye para vermeyin gelin bizim yurtta izleyin lan" diye istekte bulunuyorlar. Para suyu çektikçe teklif git gide cazip hale gelmeye başlıyor tabi "tamam lan bugün geliyoruz" diyoruz ve gidiyoruz. Cemaat yurdunda maç izlemenin sıkıntısı büyük. Zira futbol küfür harmanı bir oyun çoğumuz için ama edemediğimiz için su topu izlermiş gibi davranmak zorunda kalıyoruz. Maç o kadar hararetli ki artık dayanamayıp arkadayım lan nasıl olsa belli olmaz kimin söylediği diye gelmişten ve geçmişten bahseden sağlam bir küfür fırlattım ortaya. Tabi ortam bir klasik müzik konseri kadar sessiz olduğu için bir anda tüm gözler üstüme çevrildi ve tövbe estağfurullah nidalarıyla başlarını iki yana sallayarak ötelediler beni. Ötelenmiş şekilde maçı izlerken ben, yanımdaki arkadaşım Mehmet'in daha üst düzey bir şey yapacağını tahmin edemezdim. Dakika 90, hakemin çaldığı frikik düdüğüyle ortam birazcık ısınmış "hadi oğlum hadi" sesleri yükselmeye başlamış. Tam futbolcu frikiği kullanmaya yeltendiği anda yanımdaki sandalyeden "ATARSA TANRI OLUR!" diye bir şirk sesi yükseldi. O an bir ışık gördüm bembeyaz ve "sıçtık" dedim içimden. Sesin sahibi en yakın arkadaşım canım kanım Mehmet'in sesiydi zira. Ön taraftan kıdemli bir abi olduğu anlaşılan bir abi terliklerinin üstünde doğrularak ayağa kalktı ve mübarek sesiyle bağırdı " Kim o münafık, terbiyesiz herif!!" diye gürledi. Tüm kafalar bize döndüğü için aslında kimin yaptığı açıktı. Mehmet'in kolundan tuttuğum gibi dışarı fırladım. Mübarek ellerden dayak yemek istememiştim zira. O günden sonra kimse bizi maç izlemek için davet etmedi. Nedenini de sormadık tabi. Münafık futbol severler olarak yolumuza devam ettik.</span>gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-36405884602835728692013-11-07T15:02:00.001-08:002013-11-07T15:02:24.836-08:00Susmak<span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 17px;">Uzun uzun susmayı yazayım diyorum; kelimelerimin sesi olmasın, kimseye dokunnmasın. Kimse kendine bir pay çıkarmasın. Hece hece, kelime kelime boğazlayayım istiyorum insanın suratına bağıran cümleleri. Bazen insan konuşmaktan çok susmak istiyor ünlem içinde. En çok da o zaman bağırıyor aslında; seçtiği abuk subuk üzüntülere birbirinden güzel kılıflar hazırlıyor. Senin ya da benim ya da onun geninden gelen üzüntüyü özlüyor. Mutluluk bazı insana acı, acı bazı insana mutluluk veriyor. İşte böyle boktan tezatlarımız var güzel kardeşim. Neden olduğunu bilmediğimiz tezat kesat saçmalıklar. Ve sen ve ben ve o bu saçmalıklar içinde anlamlı davranmaya çalışıyoruz. Ne kadar çalışırsak o kadar alttan alıyor o kadar kalıyoruz. Mevsim seçiyoruz üzülmek için, renklere anlam yüklüyoruz. Ne olduğundan bihaber siyaha sen üzüntüsün git burdan diyoruz. Adından karamsarlık diye kelimeler uyduruyoruz. Halbuki ben gündüzleri yani hava aydınlıkken de böyle olabilirim ki oluyorum da. Bazen yazmak geliyor, iki satır konuşalım giderim diyor ve durmadan konuşup uyutmuyor insanı. Ama bu kesinlikle beyazın suçu değil. </span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 17px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 17px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 17px;">Ne dediğimi bilmediğim ki bir o kadar umursamadığım bir yazı işte. Kim ne düşünür kim ne anlar açıkçası bilmiyorum. Babamın gitmeden önce yeraltına, söylediği güzel sözler vardı. Onlardan biri aklıma kazındı; Ne olursan ol, mutlu ol. Senden önemlisi yok. Sen yoksan hiçbir şey yok. Acı yok, mutluluk yok, yokoğlu yok. O yüzden bu yazıyı toparlamaya da hiç gerek yok. Sağlık ve afiyete..</span>gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-80241552456225691882013-11-07T15:01:00.005-08:002013-11-07T15:01:54.141-08:00Sarı Telefon Rehberi<span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 17px;">Yaş küçük, rakamsal olarak hatırlamıyorum kaça tekabül ettiğini. Amcamın evinde yaklaşık 1000 sayfalık bir sarı rehber bulmuştum. Evde eğlenecek çok şey yoktu o zaman gerçi şu anda da pek iç açıcı değil ya neyse.. Rehberi elime alıp babama işlevini sordum okumayı yeni öğreniyorum (o da yaklaşık beş buçuk yaşına tekabül ediyor). Bana insanların telefon numaralarını bulmak için yarayışlı bir gereç demişti. </span><br />
<br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 17px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 17px;">Açtım içini sözlüğe benzer yapısı var çözmesi kolay. Soyadımızı bildiğime göre ilk olarak aile fertlerinden başladım. Şaşırtıcı derecede fazla Ersoy soyisimli insan vardı. Düşündüm, bunların hepsi bizim akrabamız mıydı? Elbette hayır ama çocuk aklıyla sevince kapılıp çevrem ne genişmiş lan aslında diye için için gülümsedim. Sonra başka şehirde kapı komşumuz olan ev sahibini aradım ve evet oha onu da buldum. Ülkede ne çok telefon kullanan varmıştı da benim haberim yokmuştu. O zamanlar telefon dediğin şey benim için lüzumsuz bir gereksizdi zira. Arkadaşımı çağırmak için pratik yol olan ıslığı kullanıyordum. Sonra daha derin düşünmeye karar verdim bu kadar insanın adını, soyadını, adresini nasıl bulup da kaydetmişlerdi? Çok büyük iş valla diye gülümsedim. Takribi 2 saat geçirmiştim rehberin başında ve çok da sevmiştim. Akrabalarımı çoğaltıyordum an be an. Varmak istediğim yol, bir anafikir yok aslında. Küçükken kalabalık olmak mutluluğun tek şartı gibiydi sanki. Sanki tek arkadaş yetmeyecekti elindekini paylaşmaya. Çoğaldıkça daha çoğul doyuyorduk. Şimdi daha bi' yalnız gibiyiz daha bi' kalabalık görünen cinsinden. Acaba o rehberdeki kaç insan gerçekten benim akrabamdı şimdi onu düşünüyorum. Kaçı öldü o baktığım isimlerin, kaçı mutlu, kaçı mutsuz? Şimdi bir çocuğun eline rehberi alıp benim adıma bakıp acaba benim akrabam mı? deme şansı da kalmadı ya ona birazcık yanıyorum ve bu yazıyı akrabam sandığım insanlara adıyorum. Sağlık ve afiyete..</span>gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-38546789779893792462013-02-09T15:36:00.001-08:002013-02-09T15:41:57.358-08:00Mini Öykü - 2<br />
Bazı zaman olur yazma ihtiyacı duyarım aklımdan geçen her şeyi. Hesabını kitabını yapmam, geriye dönüp bakmam ne yazdım diye. Hayatın çalakalemliğine uyarım.<br />
<br />
"Neşeli adamın hüznü büyük olur" dedim yanımdakine. Kafasını çevirdi omzunu silkti sonra yeniden döndü önüne. Ellerini ovuşturdu, sonra yerden ufak bir taş alıp ayağıyla ileri doğru vurdu. "Hem bak geçen gün de hayvan gibi gülüp eğlendikten sonra Bayram'a araba çarptı" dedim. Güldük. "Demek ki komik adamın acısı da komik lan" dedi. Düşündük. Bir insanın yüzü değil de eli çok şey anlatır bana. Parmaklarını kenetleyen adamın yolunda gitmeyen şeyleri vardır hayatında. O da öyleydi. "Hem bak yarın akşam rakı var sofrada. İçer unuturuz lan. Herkesin başına gelir oğlum ayrılık. Seninki hemen geçer demiyorum geçmedi de ama geçecek" dedim. "Demek ki komik insanın acısı çabuk geçmiyormuş" dedi. Derin derin nefes aldık. Epey olmuştu çünkü. Onu güldürenin onu güldürmediği zamanlar o kadar uzamıştı ki yıllar olmuştu. "Sen gül kardeşim. Daha iyisini bulursun demiyorum ama bulursun birini" dedim. Kafasını çevirdi omzunu silkti sonra yeniden döndü önüne. Ellerini ovuşturdu, sonra yerden ufak bir taş alıp "Siktir et" dedi.gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-30370966777181885742013-02-09T15:02:00.002-08:002013-02-09T15:02:13.531-08:00Mini Öykü<span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 17px;"><br /></span>
<span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 17px;"><br /></span>
<span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 17px;">Şimdi ben buraya uzun uzadıya bir şeyler yazsam sen de okusan mesela. Ama ne olursa olsun bu farketmese. Saçma da olsa komik de acıklı da ironik de düz de.. Az önce çok sinir bozucu bir olay geçti başımdan. Başım hiç bu kadar gücenmemişti kulağıma. Zaten bu yüzden belli bir süre inanmadı olan şeye. Neyse takribi 10 dakika sonra beynim kendime şunu dedi: Lan neden üzülesin ki geçmiş gitmiş üstüne de bitmiş olana. Sen yokken olanlar sana ait değildir ki hiçbir zaman. O yüzden siktir et, hayatında olanlarla güzel vakit geçirmeye bak. Çünkü gülmek güzeldir her coğrafyada hatta o kadar duygulu bir şeydir ki yaş akar çok neşede gözden. Gözünü seveyim böyle olsun hayatın. Hem her şeyi bırak yarın Sneijder sahada olacak. dedi. Geçti sonra..</span>gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-77418583108326724072013-01-04T14:21:00.002-08:002013-01-04T14:21:46.466-08:00Rutini Seven Adam - Beş<br />
Uyandım..<br />
<br />
Yılın son günleri gelmiş, kıyamet geyiğini geride bırakmışız "Yeni yıla ciddi kararlar alarak girmek lazım aslında lan" dedim gözümün kenarındaki çapağı alırken ve daha gözüm yarım bile açılmamışken. Dışardan kendime baksam "la sen önce yataktan bir kalk da ciddi kararlar alırsın götümtrak" diye dalga geçerdim. İnan yapardım bunu. Allahtan kendime dışardan bakamıyorum diye Allah'a dua edip tecimsel kaygılardan uzak bir teşekkürü kendi aracılığıyla kendine gönderdim. Ama ne olmalıydı işte bu karar beni yeni yıla daha güzel daha mantıklı bir adam olarak sokmalıydı.<br />
<br />
Sonuçta Kpss'ye çalışan bir adamın en ciddi kararı bu sene Tarih'ten 25 yerine 26 net yapmalıyım da olabilirdi. Valla hiç gülme sevgilim okur 1 net neler farkettiriyor aklın şaşar aklın. Aslında şaşmaz da irkilirsin hafifçe ben sana o kadarını söyleyeyim. Ama bu kadar tırtını benim bünyem bile kaldırmayabilirdi. Acaba gece 1 gibi yatsam da sabah 9 gibi mi kalksam demeden kendi ağzıma kendim vurdum. Zira ben ömrüm boyunca hiçbir zaman bu kadar düzenli olamadım ki askerde bile. Milletin anne beş dakika daha uyuyayım dediği saatlerde ben anneme anne beş dakika daha oturayım diyordum. Böyle bir bünyenin senelerin birikimini atması söz konusu değildi o yüzden ışık hızıyla vazgeçmiştim zaten.<br />
<br />
Ben düşüne durayım annem sofrayı hazırlamıştı bile. Beni yine düşünceli gören annem -ki üst üste bu kadar düşünceli görünce gülesi gelmesi normaldi- "Ne o hayatında yeni şeyler oldu da nasıl inşa edeceksin onları mı düşünüyorsun benim oğlum" diye günün ilk taşşağını geçti. Taşşağı elimle itelerken " Yok be annem yeni yıla yeni bir şeylerle gireyim diyorum ama bulamadım daha onu düşünüyorum" dedim. Annem "E oğlum düşünmene ne gerek var bırak sigarayı hem kendini hem beni zehirlenmekten kurtar işte ne güzel" diye hiç de mantıksız olmayan bir önerge attı ortaya. Evet lan dedim bak bu olur işte. Daha önce de denemiştim ve başarmıştım. Bir anda flashback oldum. Geçmişteki o sigara içmeyen, hareketli, dünya önüne minare götüne adam olan hayalim geldi gözümün önüne. Ne kadar da sağlıklıydım alemin tavşanıydım adeta. Bak bak market poşetlerini nasıl da soluk soluğa kalmadan taşıyordum. Bak burda da evi boyuyordum soluk almadan. Dur bakıyım bak şurda da pazardan geliyorum yine elimde poşetler var. Lan annem acaba bana iş kitlemek için mi istiyor bunu bırakmamı diye bir düşünce geçse de aklımdan hemen dağıttım onu. Başlarda ne kadar yıprandığımı biliyordum ama ilerisi çok enerjik çok daha kokulu bir hayata gebeydi. "Bak bu olur anne ha. Hem ne zamandır bırakmıyorum bana da değişiklik olur" dedim. Annemin gözündeki ışık da yetti aslında motive olmama.<br />
<br />
İşte o gün karar verdim sigarayı bırakmaya. Yaklaşık 4 gün oldu ve ara ara çok fena yokluyor namussuz. Ama direniyorum. Güzel olsun istiyorum bu yıl. Bak çayı da şekersiz içmeye başladım. Bunun ne skime derman olduğunu tam olarak bilmesem de olsun o da sağlık. Emekli amca gibi oldum her şeye sağlık diyorum. Tuzu da azaltırım yakında işte siz beni o zaman görün. Umarım aşırı sağlıklı yaşamdan ölmem. Öperim sevgili okur.gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-1199746775615403552012-12-23T14:32:00.001-08:002012-12-23T14:32:08.706-08:00Rutini Seven Adam - 4<br />
Uyandım..<br />
<br />
Her şeyin başladığı yerler vardır hani. Bir ömrün, aşkın, savaşın ya da bir telaşın. Öyle bir günün başlaması ümidi ile açtım gözlerimi. Gözlerimi açtım dediysem hafif araladım işte. Çünkü yataktan cin gibi kalkabilen bir insan olamadım hiçbir zaman. Miskinliğim kullanıcı adı ve şifreyi girmeye üşenecek kadar hatta e-maili 2. kez yazmamı isteyen sitelere küfür edecek kadardır. Kış ayının o berbat soğuk su tecrübesi ile yüzümü yıkadım. Anneme kahvaltı? der gibi baktım o da bana şu çöpü at gel sonra der gibi imalı şekilde baktı. Ben de senin gibi çöpü ben taa çöp kutusuna koyayım der gibi çöpe baktım. Dışarı çıktım. Havada kesif kömür kokusu.. Lan bir de açık hava vücuda iyi gelir derler 3 dakika içinde aldığım karbonmonoksiti ben üç ay içtiğim sigaradan almıyorum canına yanayım diye serzenerek girdim içeri. Geldiğimde sofra hazırdı. Çayı yudumlarken düşünceli görünüyor olmalıydım ki annem "hayırdır ne düşünüyorsun öyle kara kara?" derken "Anne kurban olayım karadeniz ve gemi olayına girip tersaneci şakası yapmayalım sakın" dedim. Annem "Ne yapacağım be soru sorduğuna pişman etme insanı. Neyin var dedik" dedi. "Bir şeyler olacak bugün hissediyorum güzel annem acaba ne gelecek onu merak ediyorum" dedim. "Bu boğuk havadan kimseye bir şey gelmez o yüzden o güzel kafanı yorma sen" diye komşunun oğlunun nasıl kpss'ye hazırlandığından benim ise evde oturup ondan neden az çalıştığımla ilgili bir kompoziyonunu çay eşliğinde yedim. E doymuştum haliyle kalktım sofradan. "Nereye gidiyorsun bir bardak çay daha iç" dedi annem. "İçerim içerim de burda içmem anneciğim zira yine muhabbetin muhteşem derecede iç açıcı. Gidip az biraz ders çalışayım yoksa o çenen kapanmaz bugün" dedim. Televizyonda hugo'ya beslediği nefreti telefon açarak haykıran çocuk gibi bir gün komşu çocuğunun kapısını çalıp "Bak çocuk senin .mına korum" demek gibi mülteci isteklere daldım.<br />
<br />
Gün yeni bir başlangıç yapma fırsatı verecek miydi? Kpss'yi kazanabilecek miydim? Annem beni komşu çocuğu katili edecek miydi? Tüm ve daha fazlası tabi ki yazının devamında nerde olacaktı başka. Araya reklam alacak adam mıyız biz? Beni yanlış tanımışsın sayın okuyucu. Şakası bir yana öyle mal mal bekliyordum günün yeni bir şey getirmesini. Ama gelmiyordu hiçbir şey. Canım sıkıldı beklemekten dışarı çıkayım belki yolda rastlaşırız diye çıktım dışarı. Yolda da rastlaşmamıştık. Başına bir iş gelmesin lan bunun diye içten içe telaşlandım. Yok bunun geleceği yok yine ekti beni vicdansız diye söylene söylene eve döndüm. Annem "Oğlum nereye gittin öyle bir anda insan giderken haber verir. Bak telefonunu da evde unutmuşsun dedi. Anaa belki de telefonla gelmiştir de ben yanıma almadığım için haber verememiştir diye aldım elime telefonu. Mesaj kutusu üzerinde bir yazıyordu. Aha dedim gelmiş vallaha da gelmiş. Açtım mesajı. Anasına küfrettiğim telefon operatöründen gelmişti mesaj. Lan benim yeni başlangıcım senden olacaksa hiç olmasın diye attım telefonu çakyatın üstüne.<br />
<br />
O gün uyuyana kadar her yerden bekledim bu yeni başlangıcı. Ama gelmedi. O gelmedikçe ben bekledim. Ben bekledikçe o gelmedi. En sonunda ne mi yaptım? Gittim çay koydum.gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-31195843610536819522012-12-13T14:00:00.001-08:002012-12-13T14:00:27.738-08:00Rutini Seven Adam - 3,5<i>Karamelize bir öykü..</i><br />
<br />
Uyandım.<br />
<br />
Uyku ile uyanıklık arasında gidip gelirken bünyem "karamelize" kelimesi ile irkildi. Lan neydi bu karamelize çok fazla duymuştum televizyonlarda her siki bildiğini sanan uzman ya da şefler söylüyordu bu kelimeyi. Ama neydi işte? Acaba annem herhangi bir şeyi karamelize etmiş miydi hayatı boyunca? Yoksa yıllar yılı bu büyük olaydan habersiz sığır gibi mi yaşamıştım? Önemli bir şey olmalıydı zira herkes bir şeyleri karamelize ediyordu. Arkadaşım Akif'i aradım. Öyle bir uykulu sesle açtı ki telefonu ağız kokusunu duydum mesafe tanımadan. "Ne var lan sabah sabah?" diye sevgi dolu sesiyle karşıladı tabi beni. "Ben de seni seviyorum Akif. Olum bu karamelize ne demek lan? Sen hayatın boyunca neleri karamelize ettin mesela?" dedim. Akif dumura uğramış durumda "Ne karamelizesi lan? Yapmadım ben öyle bir şey. Antin kuntin mevzular için insan bu saatte uyandırılmaz sığır. Git hadi uyuyorum ben." diye tersledi tabi hayvan. Çünkü ona göre öğlen üçten önceki her saat uyanmak için erkendi. Gerçi bir bakıma haklı sayılırdı Akif. Yeni uyanmış adama karamelize ne demek diye sormak yerine küfür et daha iyi. Ama yılmayacak karamelizenin ne olduğunu bulacak ve eksiğimi giderip saygın bir birey olacaktım.<br />
<br />
Üstümü giydim. Elimi yüzümü yıkayıp sofraya oturdum. Anneme "Anneağğ sen karamelize nasıl olur biliyor musun?" diye sordum. Annem "Aslında hep duyuyoruz ama nasıl yapıldığını hiç merak etmedim valla oğlum" dedi. "Ya anne gün boyu her programı izliyorsun ama boş izliyorsun. Adam orda karamelize yapıyor emek veriyor. Ama sen zahmet edip nasıl olduğunu öğrenmiyorsun ya vallahi pes." dedim. Annem üzülmek yerine "Amaan sanki çok mühim ya. Bunca sene yapmadım bundan sonra öğrenmesem de bir şey kaybetmem valla" diyerek gamsız gamsız çayını yudumladı. Annemin eliyle ittiği bu lezzeti ben elimle itmeyecektim. Belki de bundan sonra hayat amacım bu olurdu kim bilir? Kabağından muzuna, ananasından soğanına her şeyi karamelize ederdim. Karamelize edilmemiş bir şey gördüğümde "Ben bunu bir karamelize edeyim sen o zaman ye bunu. Valla başka şekilde hayatta yemezsin bir daha." diyerek statüme statü katacaktım. "Neyse anne ya ben şimdi internetten bakarım neymiş bu karamelize. Hem bakarsın sana da öğretirim" diyerek sofradan kalktım.<br />
<br />
Çayımı karıştırıp oturdum bilgisayarın başına. Neymiş bakalım bu karamelize diyerek google amcama danıştım. Aldığım sonuçlar yüzümü ekşitti resmen. "Bu muymuş lan karamelize. Ben de bir şey sandım. Nimeti yakıp tadını boz. Sonra buna afili isimler koyup toplumda kafa karışıklığı yarat" diyerek serzendim bilgisayara doğru. Hayat manasızlaştı birden. Anneme söylemeyeyim lan bissürü dalga geçer benle diye kendime öğüt verdim. Bir daha da karamelize edilmiş lafını duyarsam ana avrat sövmeye karar vererek açtım biraz call of duty oynadım.<br />
<br />
İşte böyle sevgilim okur. Bir daha ne ben bu kadar çok karamelize derim. Ne de sen bu kadar karamelize okursun. Sağlıcakla kal.gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-24796053182057821922012-11-19T13:30:00.000-08:002012-11-19T13:30:07.979-08:00Rutini Seven AdamKaç zaman oldu bilmiyorum yazmayalı. Hesap kitapla aram iyi değildir pek. Böyle bir yazı dizisine başlayalım dedim "Rutini Seven Adam" ki beni anlatır bu söz ya da sözcük topluluğu. Başlayalım o zaman.<br />
<br />
<br />
Uyandım..<br />
Canımın tavuk dürüm çektiğini farkettim hem de uyanır uyanmaz. Hayra yorulacak tarafı yoktu bunun. Çok sağlıklı olduğum söylenemez zira sabah kahvaltısında bir buçuk iskender yemişliğim çoktur. Neyse doğruldum yavaş yavaş ağzımın içinde kalmış kahvehane kokusu, "hilmi abi bize iki çay" diyecek kıvamda. "Pırasa yapmayı bilmeyen biriyle evlenmek lazım" artık lan dedim kendi kendime. Kendi kendimi başımla onayladım. Canım dürüm çekti diye dürümcüyle evlenecek değildim ama "hayatım bak benim yaptığım pırasa diğerlerine benzemez çok seveceksin" diyen bir kadına katlanamazdım. Zira pırasa pırasadır her coğrafyada. İçine değil sevgini gayrı safi milli hasılayı da koysan bi' boka benzemez. İşte tam da bu sebepten öyle söylemeyecek birini bulmam lazımdı. Hayatımdan geçen kadınları düşündüm. Kısa sürdü. Acaba kaçı biliyordu pırasa yapmayı diye sordum kendime. Gerçi birçoğu pırasayı bırak sahanda yumurta yapacak kıvamda insanlardı. Allahın sütlü nuriyeleri ya. Neyse ne diyordum. Gittim elimi yüzümü yıkadım. Sabah salaklığı denen o hal var ya hah tam o halde sağa sola bakındım. Sonra geçirdim montumu eve en yakın dürümcüye attım kendimi. İçeri girer girmez yeşillik,tavuk,sulu ketçap kokusuyla kendime gelir gibi oldum. "Usta bana acılı ketçaplı bir dürüm versene diye seslendim". Sonra düşündüm ne güzeldi lan adamın işi istediği zaman tavuk dürüm yiyebilirdi. Hem de istediği miktarda koyabilirdi tavuğunu. Kıyak iş valla diye geçirdim içimden. Bir de kendime baktım öğretmen olmak için 4 sene okula 2 sene kpss denen yarak sınava ömrümü vermiş ama muvaffak olamamış mal gibi kalmıştım ortada. Yine çalışıyordum yine küçük yuvarlaklar karalıyordum. Oysa ki dürümcü abi öyle miydi yüzünden belliydi adamın işinden duyduğu memnuniyet. Emekli olunca bu işi yapmaya karar vererek başladım gelen dürümü kemirmeye. Kemirme faslından sonra ayrıldım dürümhaneden. Dışarda dolaşayım desen dolaşılmaz. Hava karın götünden esiyor. O zaman eve gitmek lazım dedim hem kpss çalışır vatana millete hayrımı dokundururdum. Eve döndüm annem neredeydin dercesine baktı. Ben de ona dürümcüde dercesine baktım. O bana oha yavrum sabah sabah ne dürümü dercesine baktı. Ben de ona anne ne bileyim ya sabah kalktım dürüm açlığıyla, ben de vurdum dürümün gözüne dercesine baktım. Annem allahım sen bilirsin der gibi allaha doğru baktı. Neyse uzun bakışmalar ardından ben çalışma masasına annem mutfağa doğru yöneldi. Coğrafya'nın en can alıcı konusuna kendimi kaptırdım. Karadeniz Bölgesi'nin başlıca geçim kaynaklarını büyük bir zevkle hafızama kopyalıyordum. Birkaç dosya torrent sağlayıcı kaynağın kopmasıyla kaydolmamıştı ama olsun. Artık Karadeniz'e gitsem lan bu insanlar acaba neyle geçiniyorlar? diye sormayacaktım. Bütün bölgeleri tek tek öğrenerek eğitimi tamamladım. Konuyla ilgili bir yığın testi başarıyla atlattım. Lan kesin ajanlara da bu dersi okutuyorlardır ha. Tabi lan gittiği coğrafyayı tanımalı ki ona göre davransın diyerek kendime verdim gazı.<br />
<br />
Beyin aşırı şeker tüketimi yaptığı için acıkmıştım. Akşam da olmuştu. Zaten akşamın olması için çok fazla uğraşmasına gerek yoktu. Saati de geri aldığımızdan beri pratik şekilde hava kararabiliyordu. Mutfağa doğru seslendim. Baktım seslenmek yetmiyor "Anneeeaaağğğ" diye höykürdüm. Annem bu höykürmeyi hiç yadırgamadan kapıyı açıp başını uzattı "efendim oğlum" dedi. "Yemekte ne var ya ben çok acıktım dedim". "Mis gibi pırasa yaptım bak bu sefer çok seveceksin" dedi. O an dostlar işte o an kafamın içinde çanlar, birkaç küçük zil, bir tutam sanat müziği çalmaya başladı. "Anne pırasa pırasadır ya. Allah aşkına bana niye bunu yapıyorsun" diye ünledim. Babamın oğlu olmayacaktım.gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-7702342001917184722011-12-15T09:22:00.000-08:002012-12-14T03:08:04.078-08:00Otuzbeşlik İnşaat Çivisi"Bir filmi izlemenin en güzel yolu susmaktır" demiştim ben. Ama yanımdaki sürekli konuşuyordu ve sol yanımda duran yastık abi beni şunun ağzının üstüne vur diye yalvarıyordu. Her bana bakarak konuştuğunda manidar bakışlar atıyordum ama anlamıyordu. "Arkadaş ben film izlemek yerine seni dinlemeyi isteseydim bunu filmi fona koyarak değil sana bakarak sadece sana odaklanarak yapardım" demek istiyordum ama güzeldi lan yapamıyordu insan işte. Her dediğine "evet gerçekten öyle" desem de o mutluydu benimle ve benimle film izlemekle.<br />
Kadınları anlamanın yolunu bilmiyor olabilirim ama anlamamanın da yolunu göstermeye çalışıyordum ısrarla ama o ısrarla anlamamaya devam ediyordu içinde bulunduğum acı surat ifadesini. Surat ifademde şunlar yazıyordu: Pek sayın güzel ve bir o kadar çekici insan biliyorum paylaşmak istiyorsun her şeyi ama bu bir film ve önemli bir film ve bu film sen car car konuştuğun için heba olmakta. Nolur şu çeneni kapa omzuma yat da izleyelim güzel güzel yoksa birazdan solumda duran yastıktan çok güzel bir öğün hazırlarım kendime ve arsız arsız yerim onu. Ama onun suratıma baktığından bile emin değildim ki ben. Emin olduğum tek şey vardı: bu insanla film izlenmez evet başka şeyler yapılabilir ama film bunlara dahil değil. Zaten film altyazı harmanıydı bir de onu dinlemeye çalıştığım için film tamamen kopmuştu. Bende de film kopmak üzereydi ama. Filmin şuursuz çevirmeninin abuk subuk çevirisini mi anlamaya çalışayım yoksa yanımda oturan çene görünümlü insanın abuk subuk yorumlarına mı katlanayım bilemedim. Bir ara mı versek acaba filme? diye kaçamak bir soru attım ortaya ki belki o arada bütün konuşacaklarını konuşur da filmin geri kalanını kurtarırım diye. Ama o yüzüme acı ve kocaman bir "Yoooo" fırlattı. Ama filmden sıkıldıysan izlemeyebiliriz benim için sorun yok dedi. Benim en saçma filmden bile sıkılmadığımı bilmediğini biliyordum. Ama yine de suçlusu benmişim gibi görünmek bir de üstüne bu lafı yemek beni örseledi. Yok ben filmden sıkılmam hangisi olursa olsun farketmez diye bir cümle attım ortaya; belki "tamam ara verelim o zaman der" diye. Ama o "iyi o zaman hadi devam edelim" dedi. İşte o zaman bir sigara yaktım ordan birazcık uzaklaştım. Napıyorum lan ben dedim tamam güzel tamam iyi ama en sevdiğim şeyi yaparken en sevmediğim şeye maruz kalacaksam ömür boyu, kırk yaşına gelmeden pamuğu tıkarlar dedim. Ama içimden söyledim tabi bütün bunları zira ortam sana bakıp gülümseyen bir surata bunları söylemek için müsait değildi kaptan. Hadi izleyelim dedim çaresizce; içime içime ağlayarak. Filmin adı neydi lan diye bir soru geçti içimden. İçimden utandım dostlar. Ama zaten film yeterince piç olmuştu bari saçlarıyla oynar ayrılma kararına nasıl varırım diye uğraşlara daldım. Çok fazla hırpalandığı için saçlarını çekmek zorunda kalıyordum ve her çektiğimde "Ayy" nidası alıyordum. Yok yok saçtan vazgeçmeliydim yoksa sonu hiç hüzünlü olmayan filmin sonu gözyaşlarıyla bitebilirdi. Napsam diye düşünürken gözüm koltuğun kenarındaki ipe ilişti. Vakit geçirmenin küçüklükten beri en kolay yoluydu bu. E haliyle ben de uğraşmaya başladım iple o hala konuşuyor beni iplemiyordu bile. İpin uzunluğu arttıkça koltuğun kılıfını söktüğümü anlayıp bu etkinlikten de vazgeçtim. Biraz daha manasız altyazı okuduktan sonra filme yeni karakterlerin girdiğini görüp acı bir hüzne daldım.<br />
Filmin sonlarına doğru ateşli bir öpüşme sahnesinden etkilenmiş olacak ki yüzüme manalı manalı baktı. Ama ben "yaa yürü git filmi piç et beni burda sinir et beni koltuğun kılıfını söktürecek raddeye getir sonra benden öpücük bekle" der gibi bir bakış fırlattım suratına. Anlamış olacak ki sinirle önüne dönüp "Cast"ı okumaya başladı. Ben de okuyordum ama karakter isimleri çok yabancıydı bana. İçimden "bu kimdi ki lan" diye bir iki manasız soru sorup sonra vazgeçtim. Filmi kapatıp "Güzel filmdi ama değil mi?" denen soruya maruz kaldım. Evet çok güzeldi dedim içimden ağlayarak. 1 hafta sonra bizim de filmimiz bitti tabi. Ama bu sefer filmin tamamını biliyordum tabi Cast'ını da. .gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-553514461874393502011-12-02T12:08:00.000-08:002012-12-14T03:09:23.855-08:00Bir Doğum Günü Sendromu<i>Öyle ki insanın dünyaya bakış açısını bırak karakterini değiştirirdi..</i><br />
<i><br />
</i><br />
6 yaşındaydım sokakların haylaz çocuğu evin sevimli ve saf yüzü.. Doğum gününü kutlayacağız dediler. İşte o gün tanıştım o tanımla ve sonunda pasta yeneceği için için için mutlu da olmadı değildim. Takvim bana bugün 10 Aralık köftehor diyordu. Lan ben bugün doğmuşum demek ki dedim kendime. O gün doyasıya kutladım o günü. Abimin aldığı adı doğum günü hediyesi olan kırmızı renkli helikopter maketiyle oynadım, pastaya limonataya abandım. O doğum günü öyle geçti gitti.<br />
<br />
10 yaşına geldiğim zaman anneme ben 1986'lıyım diye bastırırken, Annem: Sen aslında 20 Aralıkta doğdun o yüzden 86'lı sayılmazsın evladım diye çıkıştı. Ulan hani ben 10 Aralık'ta doğmuştum diye kendimle çelişkiye düşmeme sebep oldu bu tarih. O günden sonra ben 20 Aralık'ta doğmuş oldum. 10 gün gençleşmiştim bir anda kendime abi diyesim vardı.<br />
<br />
Orta okula geldiğim zaman nüfus cüzdanındaki tarihi hiç önemsemeyen ve ısrarla 86'lıyım diyen ben Uğur Mumcu ile tanıştım. Babanın oğlu olmanın verdiği gazla hızlı bir solcu olmaya doğru giden ben onun ölüm yıl dönümü olan 25 Ocak'ı kendime yakın buldum. (Tabi daha sonra 24 Ocak olduğunu öğrenecektim elbet) Ve o günden sonra ben 25 Ocak 87'li bir insandım. 36 gün daha gençleşmiştim ve içimdeki abi büyüyordu. Ben ise daha genç daha tazeydim. Ayrıca doğum günümün artık bir de anlamı vardı.<br />
Yıllar yılları kovaladı lise yıllarına geldi bu adam. Ve bu adam annesine şu işin aslını astarını anlat artık diye çıkıştı. Artık dayanamıyordu bu belirsizliğe ve bir açıklama bekliyordu. Hangisi doğruydu 10 Aralık mı? 20 Aralık mı? Yoksa 25 Ocak mı? İşte o an öğrendi acı gerçeği aslında annesi 10 Aralıkta sancılanmış ancak inat eden ben ertesi günün akşamı doğmak konusunda ısrarcı olmuştum. Böyle kucakladım işte yeni yaş günümü onun adı 11 Aralıktı. Bir anda 44 gün yaşlanan ben daha bir ciddi bakar oldum hayata içimdeki abi kardeş olmuş ben ise büyümüştüm.<br />
<br />
Ancak bu da kesmedi beni zaten o güne kadar 4 doğum gününe sahip olan ben büyük bir açlıkla yeni bir doğum günü istiyordum. Çünkü hiçbirinden emin değildim bu günlerin ve bana göre insan ne zaman doğduğunu kendi seçmeliydi. İşte o zaman içimdeki "Arıza" adamın gün yüzüne çıktığı 7 Eylül'ü kendime aldım. Daha büyüktüm belki ama artık huzurluydum. Artık soranlara unuttum yerine 7 Eylül diyorum umarsızca.<br />
İşte böyle dostlar yılın belli günleri 5 kez doğum günü kutluyorum hiç sevmediğim halde. Bugüne kadar birçok burcu bünyemde barındırdığım için de karakter ters yüz oldu haliyle. Yay, Başak,Oğlak bir de Kova burcuyum. Yükselenimi varın siz hesap edin. Ya da boş verin gidip Advil içelim baş ağrısından arınırız..gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-60533414104408622732011-11-25T13:07:00.000-08:002012-12-14T03:13:46.798-08:00Karamsar Bir Yaz Gününden Kalma Aylak Bir Hatıra<span class="Apple-style-span" style="line-height: 18px;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Belli belirsiz bir telaştı bendeki. neye yormak gerekirdi bilmeden yaşanıyordu işte. Evet yaşanıyordu ama belirsiz çizgiler çiziyordu hayat önüme ve ben neye benzeteceğimi bilmiyordum.<br />Bir pazartesiydi evet pazartesiydi pazarın tam ertesiydi. Sıcak ve nem ve karamsarlık durumuydu havanın. hava böyleyken işlerin rast gitmesi ihtimali düşüyordu haliyle. Üstümdeki tişörtün sahibi çağırıyordu, gitmeliydim. gitmezsem daha da kötü olabilirdi her şey diyordum adımlarımı sıklaştırırken. Adımlarım sıklaşınca nefesim de sıklaştı haliyle. Bu haleti ruhiye hiç hayra alamet değildi ama yapılcak tek şey a noktasından b noktasına kesin gitmem yönündeydi.<br /><br />Ne zaman olmuştu bu kopukluk bu yaralar ne zaman bu kadar kabuk bağlamadan çoğalmıştı. Bir şeyler vardı yolunda gitmeyen ama bu pazartesinde değil koca bir yıldaydı. Tamam dedim hatalıydım haddinden fazla yapmıştım belki bazı şeyleri. Bazı şeyleri de haddinden eksik yapmıştım sanırım. Bu yol bunu anlamak için hazırlanmış bir güzergahtı. Güzergahımı hiç bozmadan yürümeye devam ettim. Sıcak, nem, karamsarlık yerli yerindeydi. Susamıştım, büfenin önündeyken hissetmiştim bunu. daha fazla susmadan konuştum büfeciyle. Aldım suyumu benim iyeliğim suya yansıdı sanırım buğulandı şişe. Gözlerim de ona uydu.<br /><br />Neden ters gitmişti olanlar? neden gitmekteydi ve nereye gidecekti bu yol? Yolum yolsuzluk değildi ama sonu var gibi görünmekteydi. Halbuki ne hayaller kurularak başlamıştı öykü. Ne hayaller su yüzüne çıkarılarak. hava nemliydi, ellerim de. Ne zaman heyecanlansam avucum terler, ne zaman sevsem yüreğim... Yapılacaklar listesi olsaydı keşke elimde. kağıtlarımı ona göre oynar belki de bu oyunu kazanırdım. Evet bir oyundu bizimkisi, galibi ta en başından belli olan. Resmiyete dökmek gerekliydi sadece ve o gün bugündü sanırım. Hafif rüzgar hafif deniz hafif koku, yaklaşıyordum varmak istemediğim noktaya.<br /><br />Bankta oturuyordu ben ona yaklaşırken, dalgındı. Bu iyi miydi? Hayır. Kötü mü? Kesinlikle. Çünkü ne zaman dalgın olsa hüzünlü şeyler vardır ellerinde bilirdim hala da bilirim. Ellerine bakmadan oturdum yanında anlatmasını bekledim. Sustuk. Susmasını istedim anlatmaya başladı. Keşke hiç başlamasaydı öykümüz demek istedim. Ama istekler kaldı artık tozlu raflarda. O sahibiydi sözün sohbetin kısacası her şeyin. Anlattı uzun uzun olan olmayan her şeyi. Ben, sustum. Ben alışkındım susmaya bağırmadan önce ama bu sefer bağırmadım onu çağırmadım da. Hoş bir kalış diledi bana ben de ona. Elime ne geçti ondan sonra terlemeyen bir el bir de terlemeyen yürek...</span></span>gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-4706862836081021452011-10-20T13:12:00.000-07:002011-10-20T13:12:24.465-07:00The Big Lebowski<div style="text-align: center;">
(FUCK kelimesi ile harmanlanmış bir başyapıt) </div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
</div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-family: Arial, sans-serif; font-size: 10pt;"><b>But sometimes there's a man,<o:p></o:p></b></span></i></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-family: Arial, sans-serif; font-size: 10pt;"><b>Sometimes...There's a man..</b><o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgMBUb-rLkwMUgXwUWNGS6tAPFz29x-yWrrKg-on4W93KNsvXgO2ojRIpN1OqSifclZaIIB9rqn0oqSq_inZFulj8oigYbQbJ2ZyhP80dZPt2ahdiczoSExXk7RGkACXGivRrixbLs5yQPp/s1600/folders.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgMBUb-rLkwMUgXwUWNGS6tAPFz29x-yWrrKg-on4W93KNsvXgO2ojRIpN1OqSifclZaIIB9rqn0oqSq_inZFulj8oigYbQbJ2ZyhP80dZPt2ahdiczoSExXk7RGkACXGivRrixbLs5yQPp/s400/folders.jpg" width="288" /></a><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-family: Arial, sans-serif; font-size: 10pt;"><o:p> </o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: Arial, sans-serif; font-size: 10pt;">Bu filmi anlatmak için nerden başlamak gerekir aslında tam da emin değilim dostlar. Ama bir yerden başlamak gerek. Bazen bir adam vardır ona kahraman da demek mümkün ama bu adam kahraman diye onun serseri olması önünde bir engel yoktur. Çünkü her kahraman slip don giyip doğru vatandaş olmak zorunda değildir. O kahramanlardan biridir işte “Jeffrey Lebowski”; yani slip don giymeyenlerden. Aslında onun kahramanlığı, “bu dünyada sadece yaşamak için bulunanlar” için önem teşkil eder. Geri kalanlar için ise; yani amacı bu dünyada kat çıkmak, daha fazla para kazanmak, daha fazla prestij elde etmek için bulunanların kahramanı falan değildir. Aksine boş gezenin kalfalığını yapmaktır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: Arial, sans-serif; font-size: 10pt;">Jeffrey kendisine “Dude” denilmesinden hoşlanır. Çünkü onun için ismin de pek bir önemi yoktur. Passivist bir adamdır Dude. İşsizlik maaşıyla geçinen ve bowling oynamaktan hoşlanan biridir. Rutin onun hayatından zevk almasını sağlar. Çok fazla değişiklikten hoşlanmaz. Değer verdiği iki şey vardır; biri halısı, diğeri ise White Russian’dır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: Arial, sans-serif; font-size: 10pt;">Filmin diğer kahramanı ise Walter’dır. Walter Vietnam’da savaşmış ve savaşın travmasını atlatamamış aşırı milliyetçi bir gazidir. Dude’un en yakın arkadaşı ve onun başının belasıdır. Çok fazla hata da yapsa izleyen herkes filmin sonunda Walter’ı sever. Çünkü o lanet olası bir gazidir adamım. Bizler için savaşmıştır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none; text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: Arial, sans-serif; font-size: 10pt;">Filmin konusuna gelecek olursak; Dude, kendisiyle aynı ismi taşıyan Jeffrey Lebowski ile karıştırılır ve iki adam tarafından önce kafası klozete sokulur sonra da çok değer verdiği halısına işerler. Halı önemlidir onun için çünkü odanın görünüşünü tamamladığına inanır Dude. Bu olay üzerine adaşı olan iş adamı Lebowski’nin yanında soluğu alır. Yukarıda bahsettiğim adamlardandır Lebowski yani dünyaya sadece yaşamak için gelmeyenlerden... Dude’u halı konusunda azarlasa da birkaç gün sonra ona bir iş önerir. Karısını kaçıran adamlara fidyeyi teslim etmesini ister. Bizim Dude kabul eder. Çünkü Dude için kolay bir iştir bu. Ancak olaylar hiç de beklenildiği gibi gelişmez. Dude ve Walter için macera işte tam da burada başlar..<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: Arial, sans-serif; font-size: 10pt;">Filmin mutfağına inecek olursak; Coen (Ethan ve Joel) kardeşlerin yazıp aynı zamanda yönettiği filmdir. Ana oyuncu kadrosunu Jeff Bridges (Dude), John Goodman (Walter), Julianne Moore (Maude), Steve Buscemi (Donny) Philip Seymour Hoffman (Brandt) ve John Turturro (Jesus) oluşturmaktadır. Film’in müziklerinde ise </span><span class="apple-style-span"><span style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 9pt;">Creedence ClearWater Revival,Bob Dylan,Gipsy Kings</span> gibi baba isimler vardır.</span><span style="font-family: Arial, sans-serif; font-size: 10pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none; text-indent: 35.4pt;">
Son birkaç söz: <span style="font-family: Arial, sans-serif; font-size: 10pt;">Bu filmi kült ve efsane yapan diğer bir unsur filmden sonra ortaya çıkan “Dudeism” akımıdır. Kendi sitesinden Dudeism sertifikası alıp gururla duvarınıza asabilirsiniz. Filmin sonunda yüzünüzde kocaman bir gülümseme, John Turturro’nun yarattığı Jesus karakterine şapka çıkarma, Cast akarken çalan müzikte çılgınca dans etme gibi etkinliklerde bulunabilirsiniz. Arz ederim..<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İMDB notu: 8.2<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Arıza: 10<o:p></o:p></div>gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-68161845290568476052011-10-19T09:20:00.000-07:002012-12-14T03:05:03.351-08:00İNSAN<br />
<div class="MsoNormal">
İnsan; kanlı canlı, soluk alan, seven, nefret eden insan..<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İnsanın kendini tanıyıp “ha lan bak ben de insanmışım neden
benden olana zulmedeyim?” diye düşünebildiğinde hayat yaşanılır olacak. İnsan sadece yaşamak için
yaşamaya karar verdiğinde mutlu, ve mutsuzluk vermeyen olacak. Başkalarının da
insan olduğunu bildiği zaman. Evet biliyorum cümlelerde çok fazla “insan” var
ama kafanda insanın anlamını dağıtmak için değil sadece toplamak için. Zira bugünlerde
(sanırım birçok yüzyıldır) insan olduğumuzu unuttuk, unutturuldu. Kendimizi
olduğu kadar karşı tarafı da unuttuk. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bir toprak kavgasıdır gidiyor dünyanın her yerinde ki tek
göz odada bile yaşayabiliyorken yapıyor bunu. Ve bunu kaybetmemek için
öldürüyor insan olanı ve seviniyor vermediği için toprağını. Kendi insan ölen
insan ama hamuru olan toprağı daha çok seviyor. Ve ölümü o sevdiği toprağa
gömüyor. İnsan sevdiği şeye ölümü yakıştıramazken; o, içine gömüyor kötü olan
ölümü.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Benim içim kırık dökük artık boşuna ölen genç insanlar
yüzünden. Evet boş yere bana kötü kötü bakan kardeşim. O çok sevdiğin toprağın
üstünde kaç canın hayalleri, umutları, özlemleri var. Ha ama sen vermedik diye
gerineceksin diye ölsün o. O önemli değil sen sonra kahrolsun diye haykırırsın
nasılsa. Bunu anlamak bu kadar zor olmamalı: Toprak, üzerinde insan yaşadığı
zaman anlamlıdır değerlidir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bugün de dediğim gibi Barış’ı savaşla getiremezsin hiçbir coğrafyaya
sadece karşılıklı nefret oluşturursun insanlar arasında. Ve kendinden olana
küfrettirirsin. Gel yıllardır yaptığından vazgeç de bir de barışı dene. Bu
sözler herkes için geçerlidir tek taraflı anlayanın içinde kasıt ararım.
Topraktan önce insanı sevin be abi. Milliyet diye bir şey yoktur bunu sokun
kafanıza artık sadece insan vardır. Her coğrafyada sadece insan yaşar sadece
dilleri farklı konuşur. Efendi gibi barış içinde yaşamana bak..<o:p></o:p></div>
gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-20395556655762361652011-10-08T04:40:00.000-07:002011-10-08T17:35:15.188-07:00MANŞETTEKİ FOTOĞRAF YANLIŞTI AMA..<div class="MsoNormal">
<i>İşte o “ama” vicdanın bitip yanlışın baş gösterdiği bağlaçtır bu günlerde..</i><o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<i><br />
</i></div>
<div class="MsoNormal">
Dün benim gibi niceleri güne o ürkütücü fotoğrafla başladı ve günün geri kalanında her yerde karşısına çıktı bu korkunç manzara. Yemek yerken, bir şeyler okurken, uykuya dalarken.. Bunu yaşayan bizler olayın dışında kalan insanlardık ki bu kadar etkilendik bu durumdan. Tasviri bile kanı dondurmaya yetecek kadar korkunç bir fotoğraftı zira. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Markete ekmek almak için giden küçük bir çocuğu hayal edin sadece. Dünyadan bihaber, evine sadece ekmek götürmek için giden bir çocuk. Ölümün sadece kelime anlamını bilen bir çocuk. Markete girdiğinde gözü gazeteye doğru ilişen ve gördüğü manzara karşısında kanı donan bir çocuk. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bir de bu fotoğrafı oraya koyup “Ben zaten biliyordum o fotoğrafa tepki göstereceğinizi işte tam da bu yüzden koydum ve kadına yönelik şiddete dikkat çektim” diyen tepedeki adamı hayal edin. Yarattığı korkunç manzaraya gururla bakabilen. Üstelik 11 yaşındaki kızım da bu fotoğrafı görsün istedim diyen sorumsuz bir baba olduğunu da unutmayın. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bir de o gazetede çalışan ve durumdan rahatsız olduğunu söyleyen ve cümleye ama diye devam eden gazetecileri hayal etmek gerek. Evet fotoğrafı kınıyorum ama bir yandan iyi oldu diyen gazetecileri. “Toplumun aydın kesmiyim ben” diyen ama karanlıkta kalmış düşüncelerine gem vuramayan gazetecileri.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Empati yoksunuysan bu dünyada ve vicdan nedir bilmiyorsan bunu aşman kolaydır. Yahu biz bunu buraya koyuyoruz ama bu kadının bir ailesi, çocukları ve en önemlisi mahremiyeti var ve biz bunu böylece koyarsak bunu ihlal etmiş oluruz bu iş ahlaka sığmaz diye düşünmüyorsan.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Uzaktan bunun konması iyi oldu bak herkes bunu konuştu demek kolaydır arkasında gözü yaşlı bıraktığı insanları görmezden gelip onu oraya ibret olsun diye bir afiş gibi koyarken. İşte tam bu noktada sadece kendimizi düşünmüş oluyoruz ve yaptığımız bu utanç dolu işle gurur bile duyabiliyoruz. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Mahremiyeti çiğnenmiş , sırtından bıçaklanmış bir masum kadın, ekmek almaya gitmiş ancak kanı donmuş, travmalı saf bir çocuk ve yaptığı utanç dolu işten bir de böbürlenip, ortalıkta gururla gezebilen bir gazeteci..<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Ben senin yerine de utanırım Fatih Altaylı rahat uyuyabilirsin yine sen..<o:p></o:p></div>
gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-3867879709690106762011-08-20T11:43:00.000-07:002011-08-20T11:43:46.273-07:00Benim Arıza Yanım<b><i>Bir mecbur anlatım öyküsü..</i></b><br />
<br />
Kendim kendimi bildi bileli aslında vardır hem hayatımda hem de vücudumda bu durum. Yani aslında ben olmaya zorlandım diyebilirim bu hale. Zamanını da tam olarak biliyorum aslında:<br />
<br />
5 yaşındaydım ablamın bana öğrettiği alfabeye (aslında abece demek daha doğru zira alfabe latin harflerinin ilk iki harfinden oluşan bi' dalga; gerçi kullandığımız harfler de latin harfleri yani kullansak da sorun olmaz gibi tam da bilemedim. Neyse bu parantezi burda kapayalım) anlamlar yüklemeye çalışırken Trt kanalının altyazısı akmaya başladı ve ben akan yazının ne anlama geldiğini anlamaya başladım birden. Bir yandan şaşırdım bir yandan okudum. Sonra "lan ben okuyorum şimdi yani bunu?" diye seslendim kendime. Kendimden "he lan helal olsun valla" karşılıklı gaz bir cevap aldım. Yalnız bu durumun sadece akan alt yazılarla ilgili mi olduğunu tam olarak bilmediğim için sehpanın üstündeki gazeteye doğru seğirttim. Tam bir Türk örneği göstererek spor sayfasını açtım ve hayretle okumaya başladım. Habere değildi elbette hayretim sadece okuyabildiğime hayret ettim. Bunu gören babam da hayretime ortak olurcasına "oku bakıyım lan şurayı" dedi. Okudum. Hayret etti. Evet burada başladı işte tam burada bu durum..<br />
<br />
Başımdan geçen doğum günü sendromunu bilenler biliyor zaten o da bu durumun bir parçası aslında. Uyku sorunumun varlığı ise bu durumun birinci elden şahidi sanırım. Hiçbir zaman normal insan uykusuna sahip olamadım. Lisede 6:25 gibi lanet bir saatte uyanmak gibi bir derdim varken bile 03.30'da uyumayı başarabilen bir insandım. Çoğu sınava uykusuz girdiğim de doğrudur işte tam da bu yüzden.<br />
<br />
Bir başka durum ise vücudumun bana verdiği cevaplardan kaynaklanır. Bundan 3 yıl önce rahatsızlanıp hastaneye götürülen beni kalp cihazının randıman vermemesine şaşıran doktorla çaldı kapımı aniden. Doktor bana "Barış senin göğüs kafesin normalden daha kalın olduğu için kalp ritmini sağlıklı şekilde dinleyemiyoruz dedi. Ayrıca kalbinin normal insanlar gibi biraz eğik konumda olması gerekirken senin kalbin dik konumda duruyor. Şaşırmadım dercesine baktım yüzüne. Peki bu bir sorun teşkil eder miydi? Hayır dedi doktor bunla ilgili bir sorun görünmüyor. E ben de sevindim tabi.<br />
<br />
İşte böyle sevgilim okur. Aslında bu bir nick anlatma öyküsü. Gece gelen arıza'nın öyküsü bu. Geceleri uyuyamayan ve arızalı bir hayata ve vücuda sahip olan bir adamın. Amacım sanırım merakları gidermekti ve sanırım bunu da başardım. Beni sabırla dinlediğin için sana teşekkür eder bu yazıyı burda huzur içinde sonlandırırım..<br />
gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-29167702795300142332011-07-11T10:28:00.000-07:002011-07-11T10:33:53.423-07:00UXBAL'e (biutiful)<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWRjLz_qhBNgWMApRhsC99FK9U3FAFZaLKlm3nCzWkrteP_2nQHdEF8IszJYtPobCOeVE3bjamOjX_X_S0SEpG0AejcNxwKR_naARMExbe2SObl58DGl9y67v0qKDfoazqVeil7gKYqLA8/s1600/javier-bardem-as-uxbal-in-biutiful-2010.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="169" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWRjLz_qhBNgWMApRhsC99FK9U3FAFZaLKlm3nCzWkrteP_2nQHdEF8IszJYtPobCOeVE3bjamOjX_X_S0SEpG0AejcNxwKR_naARMExbe2SObl58DGl9y67v0qKDfoazqVeil7gKYqLA8/s320/javier-bardem-as-uxbal-in-biutiful-2010.jpg" width="320" /></a></div>Hayatın ne getireceğini bilmeden yaşamak planların ne zaman suya düşeceğinin, ne zaman öleceğinin, ne zaman güzel bir anı yaşayacağının bilinmezine yolculuktur biraz da..<br />
Aşk, karşındaki insanın kusurlarını örten kör bir kavramdır diğer yandan. Bir kadını sevmenin bedelleri vardır ancak aşksa bu, bu bedeller daha da ağırlaşabilir. Mrambra adında hayatın tatlı yanlarından muzdarip bir kadını seviyorsan ve onunla hayatını birleştirip depresifliğine ortak oluyorsan, hayatın bir yerinde ondan doğan iki çocukla izsiz belirsiz bir hayata da sürüklenebilirsin.<br />
Bir de babalık vardır tabi. Babalık padişahlık gibidir aslında babadan oğula öğretilerek öğrenilinen. Ancak babanız siz doğduktan sonra bu zinciri kırabilir; bunu sizi terkederek veya ölerek yapabilir. Belki de ikisini aynı anda yapma kabiliyetine sahiptir kim bilir? İşte o zaman babalığın nasıl bir şey olduğunu bilemezsin. Ve çocuklarını kılavuzsuz bir başına yetiştirmeye çalışabilirsin. Adının baba olması içinin de öyle olacağının kanıtı değildir ama hiçbir zaman.<br />
Bir de ölüm vardır hiç hesaplamadığın bir anda gelebilen. Babalık yapamasan bile çocuklarını kime emanet edeceğini bilemediğin için sana ben geldim deyip acı çektiren. İşte o an öleceğine bile inanmaz insan çünkü yarım kalan şeyler vardır ve öldüğün zaman gözlerinin açık kalmasına neden olacaktır.<br />
İşte Uxbal'in hayatı buna benzerdir ve kızına beni unutma derken gözyaşları gerçektir.<br />
<br />
<b><i>Hayatın güzel yanlarını görürken arkasında yaşanan çirkin şeyleri göz ardı edenlere gör artık diyen bir filmdir Biutiful..</i></b>gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7542375324505411170.post-13635718264436818422011-02-15T13:26:00.001-08:002012-12-14T03:14:37.535-08:00Madem Sevişiceğiz O Zaman Çalgıcı da Çağıralım<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><span class="Apple-style-span" style="line-height: 18px;">Komşu kadınlar bina ya da ev önlerine çıkıp sabahtan akşama kadar çene çalar vakit öldürür. Tabi ki küçük çocukları da yeşil çimenleri.(yeşil çimen ne demek başka renk çimen mi olur derseniz üstüne basılmış sarılık geçiren çimenlere bakın derim) Kışın ölü olan tabiat ve insanlar uyanır ve gürültü yapmaya başlarlar hep bir ağızdan. İşte böyledir bahar nemli, ıslak, sıcaktır.</span><span class="Apple-style-span" style="line-height: 18px;"><br />
</span><span class="Apple-style-span" style="line-height: 18px;">Biz iç anadoluda bahar ve ardından yaz gelince olan, olmasını istemediğimiz asıl mevzuya gelelim. Bir gürültü bir eziyet bir bir bir birilerine baka baka duran abaza delikanlılar... Ne midir bu? Bu sokak düğünleri dediğimiz gürültüden başka hiç bir boka yaramayan etkinliklerdir. Bir elektro bağlama bir darbuka eşliğinde başlayan, repertuarı on şarkıyı geçmeyecek derecede geniş(kinaye), şarkılara ya da türkülere tecavüz eden şarkıcılarıyla bir beladır sokak düğünleri. O akşamüstü balkonunda oturup birazcık huzur arayanların gündüzünü, akşamını hatta gecesini mahveden, öldüren uygulamalardır.</span><span class="Apple-style-span" style="line-height: 18px;"> </span><span class="Apple-style-span" style="line-height: 18px;"><br />
</span><span class="Apple-style-span" style="line-height: 18px;">Benim anlamadığım şu; bir düğün gelinle damadın evlenip akabinde sevişeceğinin göstergesi değil midir? E evet. O zaman bu abilerin en ağır arabesk şarkılarla kendi konserini vermesi neyin nesidir. Ben evlenmek değil de şarkı dinlemek istesem gider bir konsere dinlerim istediğim şarkıları, neden bu eziyete katlanayım? Evlenecek insanlar ortada yok biri çıkmış elinde bağlamayla kendinden başka belki de kimsenin sevmediği birbirinden gereksiz parçaları sıralıyor. İşte o an o elektro bağlamayı onda çalmak isterim; vurmalı çalgı niyetine. Oraya davet edilen insanlar oynamaya geldiyse bunun adı düğünse o zaman senin yaptığın ne be adam. Ha tabi bu konuda sadece çalgıcılar değil onlara bu serbestliği tanıyanlardadır asıl suç. Yahu biri de çıkıp: - "Bak pek de güzel olmayan kardeşim ben burada evladımı evlendiriyorum ve herkesin oynayıp kurtlarını dökmesini istiyorum o yüzden abuk subuk şarkılar söyleyip milletin içini sakın karartma yoksa o bağlamayı sende çalarım" demez mi? Ben işte asıl bunu merak ediyorum. Ben sana yapma demiyorum yap ama hobi olarak yap. Akşamüstü birazcık kafa dinlemek isteyen insanların kafasını ütüleme. Onlar zaten yeterince ütülü.</span><span class="Apple-style-span" style="line-height: 18px;"><br />
</span><span class="Apple-style-span" style="line-height: 18px;">Bu durumun belki de en vahim en acı tarafı bu organizasyonların hafta sonu yapılmasıdır. Eğer hafta tatilin haftanın sonuna denk gelmiyosa şanslısın hem de çok. Ama bir çoğu gibi cumartesi pazar belki de sadece pazar günün tatilse ve o gün evlenen de sen değilsen işte o zaman çok şanssızsın demektir. Çünkü sen evine " ulan oh be yarın hafta sonu eve gideyim de adam gibi kafamı dinleyeyim" diye gidiyosan ve ertesi gün kafanın içini oyan bir sesle karşılaşıyosan o tatili renkli bir cinayete ortak edebilirsin. Ve tatilini belki de uzun süre cezaevinde geçirebilirsin. O yüzden iç anadoluda yaşıyosan evine dönerken " oh be yarın tatil" demeyeceksin, büyük konuşmayacaksın.</span><span class="Apple-style-span" style="line-height: 18px;"><br />
</span><span class="Apple-style-span" style="line-height: 18px;">Evet bu kadar doluyum çünkü ben böyle şeylerden zevk alacak kadar şuur kaybı yaşamadım henüz. Müzik diye tanımladığım o kutsal şeyin içinde bu gürültünün zerre işi yok çünkü. Ömrüm boyunca her yazı bana haram eden o abilere ithaf ediyorum bu yazıyı. Benim ruh sağlığımı bozmak için ellerinden geleni ardına koymadı hiç biri sağolsun. Hala da koymuyorlar yaz geliyor malum, başlar yavaş yavaş kafa ağrıtma etkinlikleri. Belki de beni bu iç anadoludan soğutan ender şeylerdendir bu sokak düğünleri ha diğeri de geçen gün sitede izlediğim oturak alemi denen sikimsonik eğlence.</span><span class="Apple-style-span" style="line-height: 18px;"> </span><span class="Apple-style-span" style="line-height: 18px;"><br />
</span><span class="Apple-style-span" style="line-height: 18px;">Neyse sözü fazla uzattık sanırım son söz; siz siz olun böyle etkinliklerle evlenmeyin. Gidin nikah dairesine iki dakkada bitirin bu işi. Sevişeceğinizi herkese bu kadar gürültülü ilan etmeye gerek yok. Yoksa o balkonda kafa dinlemek isteyen insanlar kulağınızı çok fazla çınlatır benden söylemesi...</span></span>gece gelen arızahttp://www.blogger.com/profile/02927690553788393154noreply@blogger.com0